Galatasaray Sivasspor ve Dinamo Bükreş maçında bu orta sahayı denedi ;

--------- Mehmet Topal ----------

-- Barış Özbek ---- Mustafa Sarp --

Galatasaray kalesinde gol görmedi. Verdiği pozisyon sayısı ise yok denecek kadar az. Mustafa Sarp ve Barış orta sahada sürekli basan iki adam, ayrıca ofans anlamındada çok iyi işler çıkarıyorlar. Çok değil, Sivasspor maçından önce takım ligde son 3 haftada tam 9 gol görmüştü kalesinde. Orta saha kurgusu ise ;

--------- Mustafa Sarp --------

---- Elano Blumer -- Ayhan ----

genellikle bu kurgu üzerineydi. Tobias Linderoth'un dönüşü ile bol alternatifli bir orta saha geçti Rijkaard'ın eline. Galatasaray son iki maçında oyunu kontrollü oynadı fakat pozisyon konusunda sıkıntısı olsada, istediği anlarda tempoyu artırıp bitirici oyuncuları sayesinde golü bir şekilde bulabiliyor. Elano'lu, Keita'lı bir takım ise izleyenlere futbol olarak daha çok zevk veriyor. Yenilen goller, rakibe verin pozisyonlar biraz kafa karıştırıyor fakat yorum sizin.


14:09






Hırvatistan 1. Lig'de 12. hafta maçında lider Dinamo Zagreb sahasında Cibalia Vinkovci ile 1-1 berabere kaldı.

Misafir takım Cibalia 31. dakikada Kresinger'in golü ile 1-0 öne geçti. Bu golden 2 dakika sonra Dinamo Zagreb'te Sivonjic öyle bir gol kaçırdı ki; kendisi bile şaştı kaldı.


23:51



















Geçtiğimiz sezon Tottenham Hotspur'un başında iken 25 Kasım'da işsiz kalan Ramos, bu sezonda 25 Kasım'da işsiz kalmış oldu. CSKA Moskova yönetimi, FK Moskova derbisinde alınan yenilgiden sonra Ramos'u işsiz bıraktı...


16:10




Muhabir : B planınız nedir ?

Frank Rijkaard : A,B,C planları diye konuşmak kolay, taktik konuşmak istiyorsanız alın diplomanızı konuşalım.


12:39





"Biz daha iyisini yapana kadar en iyisi bu" sözcüğü tarihe karışmış olmalı. Bundan daha iyisi şamda kayısı. Galatasaray'ın Engelsiz Aslanları ikinci kez üst üste Kıtalararası Dünya şampiyonu...


12:30




Rijkaard bulmuş bir yerden görüntüleri, geçen seneki maçlardan bahsetmiş oyuncularına. Provakasyon ve tahriklere kapılmayın demiş, uyarmış !

Arda ile başlayacağım yazıma, malesef her sene Fenerbahçe maçlarında sinirlerine yeniliyor. Galatasaray'ın kaptanı olayları çıkaran değil, ayıran olmalı. Metin olmak kolay değil Arda. Senelerdir kaybetmenin en önemli nedenlerinden birisi bu kavgalar. Çünkü siz agresif davranırsanız tribünler sabote olur, rakip oyuncular gaza gelir. Bunların üstüne Arda, maçta yokları oynuyor, silinik kalıyor. Büyük olmak için büyük düşüneceksin Arda, büyük maçlarında büyük adamı olacaksın, tıpkı istatistiği tavan yapmış Alex gibi. Çıkıp işini yapacaksın. Ama daha önünde uzun yıllar var, birşeyler halen değişebilirsin.

Kadıköy'de şansız Galatasaray maça yine şansızlıkla başlıyor. Emre'nin müdahalesiyle Baros'un tarak kemiğini kırıyor. Baros oyundan çıkmak zorunda kalınca Rijkaard'ın oyun planı bozuluyor. Çünkü Baros dikine oynamayı seven ve nerde durması gerektiğini bilen bir oyuncu. Kapalı savunmalara karşı Baros gibi adamlar işler. Nonda öyle değildir, top atarsın gol yapar ! Ha birde top saklama özelliği vardır. Ama önünde fizik gücü iyi iki stoper ve yanında iki koşan libero olunca onuda yapamadı. Galatasaray koca bir 90 dakikayı pozisyonsuz kapattı diyebiliriz.

Keita ise bir diğer oyuncu; sinirlerine hakim olamayanlardan. Rikaard geçen seneki maçın görüntülerini izletmiş oyuncularına, sakin olun demiş. İhtiyacım var size demiş. Ama oyuncular gazamı geliyor ya da fazla mı kazanma hırsıyla çıkıyor bilmiyorum, her sene Kadıköy'de kırmızı kart görüyor bu takım. 10 yıldır sürekli aynı şey oluyor ama kimse bunlardan ders çıkarmıyor. En başta türk oyuncular. Çünkü takım arkadaşlarını uyarması gereken yabancılar değil, bu atmosferi yaşamış olan yerliler olmalı. Arda oyundan alındığında Galatasaray sol kanadı Kewell ile daha iyi kullandı, daha iyi pas yaptı. Fakat Keita Galatasaray'ı 10 kişi bıraktı. Anlık hareketler pahalıya patlayabiliyor. Keita o kırmızıyı görmeseydi belkide maç başka bir hal alırdı.

Orta alanda bir düzensizlik var, Bükreş maçının son yarım saatinde çok boş alan bırakıldı; tıpkı bugün oyunun genelinde Fenerbahçe maçında olduğu gibi. Maçtan önce rakibin istatistikleri veriliyordu, Fenerbahçe attığı golün 10 tanesini orta alandan geliştirdiği ataklarla atmış. Bu maç ile birlikte 11 oldu. Ya da bireysel bir hata işte. Stoperler ve orta alandaki Ayhan ve Sarp kaleci ile o kadar pas yapıyor ki hatada kaçınılmaz oluyor. Ayhan topları ayağından zamanında çıkarmalı, yapacağı hata veya hatalar pahalıya patlıyor. Taraftar Sabri'den kurtulup Ayhan'ı günah keçiside ilan edebilir, dikkatli olsun Ayhan. Bir çift sözümde Aydın'a, verilen şansları değerlendiremezsen düşersin. Maçta o pozisyonu gole çevirseydin şimdi kral olmuştun...

Fenerbahçe takım savunmasını çok iyi yapıyor demiştim, yine savunma ağırlıklı bir futbol sergilediler. Oyun yapısıda oynadığı oyun tarzına gayet uygun. İleride Alex gibi bitirici ve zeki bir oyuncu olunca her an gol atma potansiyeline sahip bir takım oluyor, Emre'nin savunmada çok koşması ve hücuma yardımı ise takımın iyi oyunu ve alanları daraltmasındaki en önemli etkenlerden biri. Hakemden baksetmek ise pek bir mübalağa olur, çünkü pozisyona giremeyen bir Galatasaray var sahada.

Bu egomanyanın ne zaman sona ereceği ise merak konusu. Fakat Frank Rijkaard'ın oyun sistemine ve anlayışına bu ülkede futbolla ilgilendiğim her gün saygı duyacağım ve duymaya da devam edeceğim.

Son dakikalarda Güiza'nın attığı gol ise, dondurmanın küllahını büyüttü. Hatta bari maç böyle bitsede fazla gevelenmesinler dedim, ama hislerim beni yanıltmadı, golü atan birde Güiza olunca...

Son bir anektod, Baros'un tarak kemiğinde kırık varmış, ayağı alçıya alınmış. Tıpkı geçen sene Servet'in yaşadığı sakatlığa benziyor. En az 2 ay sahalardan uzak kalacakmış, maçtan çok Baros'un sakatlanmasına üzüldüm. Galatasaray'ı hücum anlamında zor günler bekliyor...


23:11




















Eskisehirspor.biz from erkn on Vimeo.



11:15






ay che bostero, vos sos ortiva
vos sos amigo, de la policía
en mar del plata, no te plantaste
con los borrachos, como cobraste!
sos cagon! sos cagon! sos cagon! sos cagon!
sos cagon! sos cagon! sos cagon! sos cagon!

ay che bostero, vos sos ortiva
vos sos amigo, de la policía
en mar del plata, esta es tu gente
la que te sigue, y te alienta siempre!
river plate! river plate! river plate!
river plate! river plate! river plate!

a donde vaias, siempre estaremos
vos sos me vida, lo que mas quiero
esta es tu hinchada, esta es tu gente
la que te sigue, e te alenta siempre!
river plate! river plate! river plate!
river plate! river plate! river plate!

Pazar 21:45'te Ntvspor ekranlarına kurulun. Bu maç kaçmaz.


14:46



























Footballderbies.com en önemli şehir derbileri listesinde Galatasararay - Fenerbahçe maçları en büyük derbi olarak belirlendi. Puanlamaya göre 8.6 oy ile derbi 1.sırada yer aldı.


İki takımda Uefa Avrupa Ligi grup maçlarını kazandı. Son 10 yıla baktığımızda Fenerbahçe evinde rakibini puansız göndermiş görünüyor. İddia ise derbide Fenerbahçe'yi favori göstermiş. Son maçlarda hep Galatasaray favori gösteriliyordu fakat sonuçlar yine hüsrandı.













Yazıya başlamadan önce bir SWOT analizi yapalım.

S- Strength : Güçlü yönler
W- Weakness : Zayıf yönler
O- Opportunity : Fırsatlar
T- Threat : Tehditler

Bu şekilde değerlendirmemizi yapalım.

S: Galatasaray'ın hücum hattı.
S: Frank Rijkaard ve Johan Neeskens.

W: Savunma arkasına atılan toplar.
W: Kadıköy'de son senelerde basit yenen goller.

O: Erken atılabilecek bir gol ve rakibin daha çok risk alması.
O: Duran toplar.

T: Tribün baskısı ve konsantrasyon eksikliği.
T: Erken yenilebilecek bir gol.

Bu analizle beraber yazımıza başlayalım.

Kadıköy'de kazanmanın en idealist kanunu konsantrasyon. Oyuncunun üzerinde on yılın vermiş olduğu baskı değil, maçı kazanmak için hazırlanmış bir kafa olmalıdır. Normal bir maç olarak görülmeli aslında. Şöyle bir tenzih yapalım, Galatasaray evinde Trabzonspor ve Beşiktaş gibi takımlar kaşısında ne kadar rahat kazanıyorsa, Fenerbahçe'de bunu Galatasaray maçlarında çok iyi başarıyor. Özellikle son yıllardaki maçlarda Fenerbahçe rahat bir oyun ortaya koyarak galip geliyor, Feldkamp dönemindeki 0-0'lık maçın haricinde. O maçtan bahsedecek olursak Feldkamp takımı savunma ağırlıklı bir dizilişte oyuna sürdü. Maçın kazanma planı ise kontra ataklarla gelebilecek her hangi bir gol. Hakan Şükür'ün bolca gol harcadığı bir maç olmuştu. Peki gelelim bugünkü Galatasaray'a; Galatasaray'ın takım savunmasında sorunları var. Ancak çok fazla gol atıp bu sorunları büyütülebilecek noktalara taşımıyorlar. Son Dinamo Bükreş karşılaşmasında maçı rölantiye almak ve derbiye düşünerek oyunculara fazla yüklenmemek için yapılan değişiklikler Galatasaray kalesinde kolay pozisyonlara dönüşmüştü. Tempoyu düşürmek isterken pozisyon verdi Galatasaray, boş alanlar bıraktı rakibine. Galatasaray'ın sakat olmadığı sürece ideal savunma dörtlüsü ;


Sabri -- Gökhan Zan --- Servet -- Hakan


üzerine kuruluyor. Servet - Gökhan ikilisi için sürekli sorun var denildi fakat ben bu iki stoperin çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu iki stoperin önünde Elano gibi mücadeleci, top kullanma becerisi olan ve oyunun yönünü çabuk değiştirebilen bir oyuncu olduğunda ofans - defans hattı rahatlıkla sağlanmış olur. Fazla pozisyon vermenin bir diğer nedeni ise kademe anlayışı. Savunmanın sol tarafında sıkıntı var. Rakip iki duvar pasıyla çok rahat ceza alanına girebilir. Hakan'ın geçen seneki devamlılığı yok.


Son Avrupa Ligi karşılaşmasında ise özellikle Galatasaray'ın sağ kanadının müthiş bindirmeler yaptığını gördük. Keita'nın futbolunu birazda Sabri etkiliyor. Çünkü ikili gerçekten çok uyumlu. Beraber defans yapıp, birlikte hücum yapabiliyorlar. Bu bağlamda sağ tarafta sıkıntı olabileceğini düşünmüyorum. Sol kanatta ise Harry Kewell tempolu ve fizik olarak her maç artan bir grafiği var. Bunların yanında skorada etki edebiliyor. Son maçlardaki etkili Keita, rakibin sol kanadını otoban yapabilir.


Elano'nun oynadığı maçlarda Galatasaray tamamen 4-3-3 üzerine kurulu bir sistemle oynuyor. Diğer maçlarda ise yine aynı sistem fakat dizileşler farklı olabiliyor. Şöyle açıklayalım;


Trabzonspor karşılaşmasında,

--- Ayhan -- Sarp ---
-------- Arda -------

Dinamo Bükreş karşılaşmasında,

----- Musta Sarp -----
-- Elano ---- Ayhan --


Arda'nın oynadığı maçlarda daha çok 10 numara pozisyonu yükleniyor. Çünkü Arda defansa gelip pres yapmıyor. Daha çok ayağına gelen topları etkili kullanmaya çalışıyor. Elano'da ise durum farklı, rakibe hiç durmadan pres yapıyor, oyunun yönünü çok hızlı bir şekilde değiştirebiliyor ve pas futbolunda göze hoş gelen bir oyun ortaya koyuyor. Bunların yanında duran toplardaki etkinliği ile gol yollarında etkili olabiliyor. Yinede bunlara rağmen Arda'nın maçta 11'de başlaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ayağında top saklayabilen ve rotasyona sokulmuş, dinç bir Arda her zaman daha çok etkili olabilir.

Benim kadro düşünceme gelecek olursak,

---------- Leo Franco -----------

Sabri -- Gökhan - Servet - Hakan

-------- Sarp ---- Ayhan --------
------------- Arda -------------

Keita ------------------- Kewell
--------- Milan Baros ---------













Biraz da Fenerbahçe'den bahsedelim.


-------- Volkan Demirel --------

Gökhan - Bilica -- Lugano -- Vederson

------- Cristian --- Emre --------

Kazım -------------------- Santos
------------- Alex -------------

------------- Güiza -------------


Fenerbahçe'nin oynadığı sistem genelde 4-4-1-1 şeklinde. Bu takımın diğer takıma karşı bir üstünlüğü var, takım savunmasını iyi yapmaları. Güiza her ne kadar gol kaçırsada savunmaya gelip yardım edebilen bir futbolcu. Semih ise buna tezat olarak daha çok ileride durmayı yani gol atmayı seviyor.


Son Avrupa Ligi maçında Daum çok değişik bir kadro kullandı. 11'e baktığınızda Daum Galatasaray maçına konsantre olmuş dersiniz. Belkide öyleydi. En uca Kazım'ı yerleştirmişti Daum. Fakat bu kadroya rağmen maç boyunca arzulu bir takım vardı. Rakibin orta sahası ise tam bir felaketti. Bu handikapa rağmen rakibe ciddi pozisyonlar verdi Fenerbahçe, yine aynı şekilde çok olgun ataklar geliştirdi. Fenerbahçe'nin orta alanda top kullanabilecek çok önemli iki ismi var. Birisi sezon başından beri çok iyi maçlar çıkaran Emre, diğeri ise Alex. Kilit adamlar bunlar. Sistem bu oyuncuların üzerine kurulu ve bu iki adamın olmadığı bir Fenerbahçe orta sahası çok ciddi sorunlar yaşar. Emre oyunu iki yönlü oynayabilen ve savunmayada çok yardım eden bir futbolcu. Galatasaray öncelikle bu iki ismi ekarte etmeli. Çünkü pas alış verişini yapan en iyi iki adam Alex ve Emre.


Savunma kurgusunda bahsedelim, iki sert oyuncu ve her an kart görebilecek sertlikte oynuyorlar. Bu savunmayı aşmanın yolları ise seri paslar ve kanatlar. Yukarıda bahsettiğim gibi top rakibe geçtiğinde takım olarak çok iyi savunma yapabilen bir takım Fenerbahçe, bunun için ayağında top tutabilen oyunculara ihtiyacınız var. Misal; Arda, Keita, Baros. Bu oyuncularla savunmayı aşabilirsiniz, özellikle son maçta Baros, Arda gibi iki önemli futbolcunun rotasyona sokulması, Keita ve Sabri'nin de maçı ele aldıktan sonra oyundan çıkarılması Galatasaray açısından artı etkenler oldu. Fenerbahçe'nin bir diğer avantajı ise kaleci Volkan, son maçlarda gösterdiği performansla belkide takımını ligin en az gol yiyen takımı yaptı.

Ligin en çok gol atan ve en az gol yiyen takımı; suyun diğer tarafı.


















Frank Rijkaard : Rekorlar kırılmak için vardır.


19:54





















Real Madrid'in efsane oyuncusu Raul, avrupa krallığına doğru ilerliyor. Son Milan maçında attığı golle Avrupa kupalarının en golcü oyuncusu Gerd Müller'in rekorunu egale etmeyi başardı.

Raul için takımının başarısından ziyade, bir hedef daha var. 1 gol daha attığı taktirde başarılarla dolu kariyerine bir yenisini daha eklemiş olacak.


18:47




















1-Ronald Koeman Hollanda 533 193
2-Daniel A. Passarella Arjantin 451 134
3-Fernando Hierro İspanya 541 110
5-Paul Breitner Almanya 369 103
6-Laurent Blanc Fransa 500 95
7-Jose Rafael Albrecht Arjantin 506 95
8-Gary Lloyd Galler 505 90
9-Frank Sauzee Fransa 483 89
10-Juan D. A. Rocchia Arjantin 396 86


Listede ismi geçen on futbolcu, dünyanın en golcü savunma oyuncuları. Savunmayı unutupta gol hislerine kapılan adamlar. Kimisi ise ikisini aynı anda yapmayı başarabiliyor. Günümüzde sayabileceğimiz çok isimler var, örneğin Fenerbahçe'li Roberto Carlos dünya klasmanında 33.sırada bulunuyor. Real Madrid'li bir çok savunma oyuncusu bu sıralamada listeye girebildiğini görüyoruz. Sergio Ramos'ta bunlardan birisi. Chelsea'li Alex'te günümüzdeki en golcü savunma oyuncularından. Ayrıca Bayern Munich'li Van Buyten...


14:53





Babamın, çocukluğumda anlattığı yabancı futbolun balşında gelir, “Sarı Fare” diye andığı Hendrik Johannes Cruijff, ya da bizim bildiğimiz ismiyle Johan Cruyff. Oyunculuğunu göremesem de, teknik direktörlüğüne şahit olduğum ve futbol hakkındaki düşünceleri ile bu oyuna bakış açımda yeni vizyonlar açan bir futbol filozofudur kendisi.

1947 yılında doğan Hollandalı’nın çocukluğu sokaklarda futbol oynayarak geçer. Bu sayede birçok teknik yeteneğini geliştirebilmiştir. Zaten Cruyff’un futbolculuğu denince akla ilk gelen özellikleri top tekniği, hızı, hızlanmasıdır. Cruyff günümüz futbolunda tekniğin, fiziğin arkasında kalmasındaki en büyük etken olarak sokak futbolunun kaybolması olarak görmektedir. “Eğer sokakta oynuyorsan, düşmek zordur çünkü canın acır. Bu yüzden benim gibi ufak tefek oyucular, daha kalıplı oyunculardan nasıl uzak duracağını öğrenirler. Bu gibi özellikler artık öğretilmiyor.”

1964 yılında, yani 17 yaşında Ajax forması ile ilk defa profesyonel sahalara çıkar Cruyff. Takımın başında geçtiğimiz aylarda vefat eden, efsane teknik direktör Rinus Michels vardır. Michels’in geliştirdiği Total Futbol anlayışı, Cruyff önderliğindeki Ajax’ta başarıya ulaşır ve takım 1971’den 73’e kadarki dönemde 3 yıl üst üste Avrupa Şampiyonu olmayı başarır. Takımın yıldız oyuncusu Cruyff da 1971 ve 73 yıllarında “Avrupa’da Yılın Futbolcusu” ödülünü kazanır. Hollanda’da 6 kez lig 4 kez de federasyon kupasını kazanıp kariyerine Kıtalararası ve Süper Kupa’yı da ekledikten sonra 1973 yılında Barcelona’nın yolunu tutar.

Katalan ekibine katılmasının üzerinden henüz birkaç hafta geçmişken Bernabeu’da, ezeli rakip Real Madrid karşısında alınan 5-0’lık galibiyet sezonun nasıl geçeceğini göstermişti. O yılı Barcelona, İspanya’da duble yaparken, Cruyff bir kez daha Avrupa’nın en iyisi seçiliyordu.

1974 Dünya Kupası, açıkçası Johan Cruyff’un efsaneleşmesinde rol oynayan en önemli olayların başında gelir. Hollanda’nın oynadığı futbol tüm tarafsız futbolseverleri mest etmiştir. Ancak, Almanya’ya karşı finalde 2-1 yenilir Cruyff’lu Hollanda. Bu maç yıllardır hala konuşulmaya devam eder. İki ekibin en önemli oyuncularının yaptığı açıklamalar esasında iki ülkenin futbola bakış açılarını anlatmaktadır. Beckenbauer’in “Cruyff benden daha iyi oyuncuydu, ama Dünya Kupası’nı ben kazandım” açıklamasına karşılık Cruyff “ Finali kaybetmemiz bizi kazanmamızdan daha fazla ünlü yaptı” diyerek oyuna olan bakış açısını göstermektedir. Bu açıklamalara rağmen Cruyff oyunculuk ve teknik direktörlük kariyeri boyunca kazandığı 34 kupa ile esasında nasıl bir “winner” olduğunu göstermiştir.

Gerçekten de Cruyff’un oyun felsefesine bakarsak herşeyin tamamen kazanıp, kaybetmeye bağlı olmadığını, aynı zamanda oyunu sevmeyi ve eğlenmeyi de beraberinde getirdiğini görürüz. “ Elbette her hafta kazanarak mutlu olamazsınız. Ancak sezon sonunda sadece bir takım kazanır. O halde diğer 17 ya da 19 takım nasıl iyi bir sezon geçirmiş olabilir ki? O zaman seyircinizin iyi vakit geçirmesini sağlamanız gerekir. Benim işimin parçalarından bir tanesi, sahanın ortasında çılgınca şeyler deneyip, seyircilerin ‘Oh, bu harika!’ demesini sağlamak. Böylece kalabalığı arkanıza alarak, sizi güzel bir oyun için desteklemesini sağlayabilirsiniz.” İşte 70’li yılların başındaki Ajax’ın ve 90’ların başındaki Barcelona’nın göze hoş gelen futbol oynamasının altındaki felsefe burada yatıyor.

1978 Dünya Kupası’nda “ Arjantin’de insan hakları ihlal ediliyor, diktatörlük rejmini protesto ediyorum” diyerek Hollanda takımına katılmayı reddetmiştir. 48 defa giydiği portakal rengi forma altında 33 gol kaydetmiştir.

Bugün nasıl emekliğine yaklaşan oyuncular Katar’a gidiyorsa, o gün bu işlevi gören ABD’nin yolunu tutar 1979 yılında Cruyff. Ancak, yapay çimden nefret eden oyuncu, 2 yıl sonra başladığı yere, Ajax’a geri döner. 1983 yılında 39 yaşındayken Cruyfflu Ajax duble yapar. Ancak görünen o ki, kulüp onun bu başarıda çok da fazla payı olmadığını düşünür ve yaşı itibari ile artık onun fazla bir işe yaramayacağını düşünerek onu Feyenoord’a yollar. 12 ay sonra bu kez dubleyi Feyenoord yaparken, Cruyff da 40 yaşında futbolu bırakır.

Bundan sonra Cruyff’un teknik direktörlük kariyeri başlar. Bu arada terim olarak “teknik direktör” terimi ilk defa Cruyff için kullanılmıştır. Bundan öncesinde takımı ya İngiltere’deki gibi “menejerler” ya da “koçlar” yönetmektedir. Ancak FİFA’nın o zaman yenilediği talimatname ile “koç” lisansı alabilmek için 5 yıllık bir eğitim süreci gerekmektedir. “Benim beklemeye sabrım yoktu. Eğer bir koçun bilmesi gereken on nokta varsa ben zaten yedisini biliyordum”

Ajax’ın başında bulunduğu 3 sezon içersine 2 Hollanda Kupası, bir de Kupa Galipleri Kupası kazanan Cruyff, 1987 yılında, oyunculuk döneminde olduğu Ajax’tan Barcelona’nın yolunu tutar. 9 yıl boyunca takımın başında kalan Hollandalı, Barcelona tarihinin en başarılı günlerine imzasını atmıştır. Oyunculuk döneminde Ajax’da Rinus Michels’in uyguladığı total futbolu çok başarılı bir şekilde adapte etmiştir. Şahsen, Şampiyonlar Ligi’nde birçok kez Barcelona’nın 2-6-2 gibi benim için devrim sayılabilecek bir taktikle oynadığını izledim. Cruyff döneminde, Barcelona tarihinin tek Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanmayı başardı. Bunun yanına 1991’den 94’e kadarki 4 sezon üstüste İspanya Ligi şampiyonluğunu ekledi. İki İspanya Kupası ve bir de Kupa Galipleri Kupası’da cabası.

Cruyff futbolculuğu döneminden beri sürekli sigara için biridir. Günde bir paket içtiği söylenir. Teknik direktör Cruyff tiplemesi söylendiği vakit aklıma hep kenarda sigara üzerine sigara yakan bir silüet belirir. Ancak 1991’de iki defa kalp krizi geçirince sigarayı bırakır. “ Hayatımın en önemli iki unsuru futbol ve sigaraydı.Biri tüm hayatımı oluştururken, ötekisi neredeyse onu alıyordu.” Böylece artık Cruyff maçlarda lolipop emmeye başlar ve İspanya’da sigaraya karşı mücadelelerde önemli figürlerden biri olur.

1996 yılında sağlık sebepleri ile teknik direktörüğü bırakmak zorunda kalır ama futboldan kopamaz. 2000 yılına kadar Ajax’da idari menejer olarak çalışır. Sonrasında, Barcelona başkanlık seçimlerinde Laporta’yı desteklediğini açıklar. Barcelona için önemli bir şahsiyet olan Cruyff’un açık desteği belki de bir anlamda Laporta’ya başkanlığı kazandırır. Şu an Cruyff, kendi adını taşıyan vakıfta genç sporculara, kazançlarını nasıl yöneteceği yönünde eğitim veriyor.

Sonuç olarak, 1999 IFFHS tarafından 20. yüzyılın en iyi Avrupalı oyuncusu seçilen Cruyff bu ünvanını geçtiğimiz yıl UEFA tarafından Tüm Zamanların En İyi Avrupalı Oyuncusu seçilerek pekiştirdi. Peki kariyeri bu kadar başarılarla dolu bir oyuncuya, kariyerinin en iyi anı neydi diye sorulduğunda ne yanıt veriyor dersiniz? “ Kariyerim boyunca Ajax’da, Barcelona’da ve milli takımda çok hoş anılarım oldu elbet. Ancak kendimle en gurur duyduğum an 17 yaşımdayken ilk defa Ajax stadyumuna çıktığım andı.”


14:09






Hocamızın zorlu viraj öncesi hocamızın son görüşleri nelerdir ?

- Böyle zorlu maçların oynaması bizim için ekstra motivasyon. Ne kadar iyi bir takım olduğumuzu kanıtlamak için önemli maçlar. Ama dediğimiz gibi bizim için en önemli maç, önümüzdeki maçtır.


12:59





Heyecan fırtınası öncesinde Arjantin 25, Uruguay 24 ve Ekvator'un 23 puanı bulunuyor. Uruguay ile Arjantin arasında oynayacak müthiş mücadele grubun kaderini belirleyecekken, Ekvator'un Şili deplasmanında alacağı bir galibiyet gruptaki tüm dengeleri değiştirecek.

Son maçlar öncesinde genel averajı (+5) Ekvator'dan daha iyi olan Arjantin, Uruguay deplasmanından bir puan alırsa 2010 Dünya Kupası'na direkt olarak katılacak.

Şayet bu karşılaşma berabere biter, Ekvator; Şili'yi 6 farklı mağlup ederse Arjantin playoff oynayacak, Uruguay ise sıralamanın dışında kalacak.

Arjantin açısından en büyük tehlikesi ise aslında Şili'nin gruptan çıkmayı garantilemiş olması. Ekvator, Şili'yi, Uruguay da Arjantin'i mağlup ederse; Maradona'nın takımının 2010 Dünya Kupası hayali başlamadan sona erecek.

TAKIMLAR PUAN DURUMU - AVERAJ
Arjantin 25 +2
Uruguay 24 +9
Ekvator 23 -3

Futbolda son nota çalınacak, bir tarafta Diego Forlan'lı Uruguay, diğer tarafta Lionel Messi'li Arjantin. Sınırları aşan samimi düşmanlar. Adres Ntvspor.

Bu kupa sensiz olmaz...


17:50





Futbol adaletinin olmadığı bir maçtı. Sürekli yerden pas yaparak atakları olgunlaştıran ve pozisyon arayan Galatasaray, bir türlü sonuca gidemedi. 6. dakikada ise Serdar'ın ayağından bir penaltı kaçtı. 26. dakikada Berk, Fenerbahçe'yi 1-0 öne geçirdi. Bu bölümden sonra Fenerbahçe oyunun tamamında kontra atak futbolu oynadı. Futbol oynamaya çalışan takım ise Galatasaray'dı. Serkan ilk yarı etkisiz kalınca oyundan alındı. İlk yarı daha tempolu ve bol pozisyonlu geçti.

İkinci yarıda mübalağa yapmadan yazıyorum, Fenerbahçe doğru düzgün tek bir şut bile çekemedi. Yine futbol oynamaya çalışan bir Galatasaray vardı. Serdar Eyilik zaman zaman çok etkili oldu. Bunların yanında Caner Öztel ve Murat Akça beğendiğim isimler arasındaydı. Anıl Dilaver ikinci yarıda iki net pozisyondan yararlanamadı. Galatasaray oyunun tamamında çok koştu, alanları iyi daralttı. İki pas üst üste yapamayan ve hücum anlamında ise 0 bir Fenerbahçe vardı.

Kaybetmek ya da kazanmak şuanlık önemli değil, çünkü oynanan futbol beni çok ümitlendiriyor. Galatasaray'ın bu altyapı sistemiyle zamanla çok daha önemli değerlere sahip olacağını düşünüyorum.


17:11






İnanılmazların adamı Palermo'nun, 90+3'te attığı gol ile Maradona'yı ve Arjantin'i ipten aldı. Bu galibiyet, hem Arjantin, hem de Maradona açısından çok önemli bir sonuç oldu. Zira puan tablosunda Arjantin, soğuk terler döküyordu. 48.dakikada Higuain, Arjantini öne geçirdi, ancak 90.dakikada yenen gol, Maradona'ya terler döktürdü. Sahnede ise yine Martin Palermo vardı. Arjantin, sırat köprüsünü bir nevi geçti. Bir sonraki maçta istenmeyen bir skor, Arjantin'i pekte zorlamayacak gibi. Arjantin büyük ölçüde baraj maçlarına girecek. Yenilen ve atılan golden sonra Maradona'nın tepkisi ile, bir hayli ilginç oldu.


23:05




Görüntü Ukrayna - İngiltere maçından. Ukrayna kalecisi Green, yaptığı hareketten ötürü kırmızı kartla oyun dışı kalıyor. Oyuna giren kaleci şanslı olacak ki, Shevchenko topu direğe nişanlıyor. Bu sefer Hırvatlar üzülecek gibi, hatırladığınız üzere Hırvatlar İngiltere'yi yenip Euro2008'e katılmasını engellemişti. Bu sefer İngilizlerin damarı tuttu. Oyundan atılan kaleci, İngilizleri 10 kişi bırakıyor. Ukrayna penaltıdan yararlanmıyor. Ancak bu penaltı belkide Ukrayna'nın maçı kazanmasına sebep oluyor. Maçın büyük bölümünde rakibine üstünlük kuran Ukrayna, maçı 1-0 kazanarak baraj maçları için çok büyük avantaj sağlıyor.


İkinci sırada bulunan Ukrayna'nın son maçı ise, grupta 9 maçta 0 puan alabilen Andorra ile.


22:51







Brezilya'da ise, sansasyonların odağında bir oğul ve 1.363 maçta 1.281 gol atıp, Brezilya Milli Takımı'yla üç dünya şampiyonluğu kazanan, "Tüm zamanların en iyi oyuncusu" olarak nitelendirilen bir baba çıkıyor karşımıza. Edinho'nun hikayesi, en klasiğinden, babası Pele'nin şöhreti altında ezilen bir çocuğun hikayesi altında. Edinho, Pele'nin efsane olduğu Santos'un yedek kaleciliğini yaptı. İyi bir kaleci değildi ama Pele'nin oğluydu; bu da, Santos'ta kalması için yeterli bir sebepti. Ancak babasının hatrını her zaman sayan bu kulüp bile, ona, bir süre sonra sabredememeye başladı. Daha sonra gittiği Sae Caetano ve Ponte Preta'da, kendine, Pele kontenjanından yer buldu. 1990 yılında, yasa dışı bir cadde yarışında, bir kişinin ölümüne neden oldu. Altı yıl hapis cezası aldı. Ama araya giren hatırlı bir "isim", cezanın 2005 yılının Haziran ayında kaldırılmasını sağladı. Ancak, Pele'nin çekeceği dert bu kadar değildi. Edinho, 2005 yılının Temmuz ayında, Brezilya polisinin sekiz aylık bir araştırmadan sonra yaptığı çete operasyonunda, 50 gangster ve uyuşturucu satıcısıyla birlikte tutuklandı. Mahkemede, uyuşturucu satıcı olmadığını, sadece marihuana bağımlısı olduğunu savunan Edinho, altı ay hapis yatmaktan kurtulamadı. Ayrıca, bir rehabilitasyon merkezinde tedavi gördü; ancak, bir süre sonra, uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama suçlarından tutuklanıp yargılandı. Futbol hayatı, yaşadığı bu sorunlar ve kısıtlı yeteneği nediyle, zamanından önce noktalandı. Edson Cholbi Nascimento ya da bilinen ismiyle Edinho, şimdi yine Pele kontenjanından, Santos'ta kaleci antrenörü olarak çalışıyor.


02:03






Bir söz vardır ya, hedefi olmayan gemiye rüzgar yardım etmezmiş. Aslında bu maçı özetleyen en güzel cümle oldu bu. Oyun kurgusu, sistemsizlik, devamlılık; üç büyük temel sorun.

Milli takıma artık sistem gerekiyor, sistem hocası gerekiyor. Bunu yapabilmek için bazı şeylerden vazgeçeceksiniz. B planı, C planı ile olacak işler değil bunlar. O planları sadece Türkiye'de ki takımlara yutturursun. Avrupada ise koca bir hiçsinizdir.

Belçika maçından önce bizi ilgilendiren ciddi bir sınav daha vardı, Estonya ve Bosna Hersek. Matematiksel olarak devam eden şansımız bu maç bittikten sonra sona erdi. Herkes mücize bekliyordu, ama yanlış. Hatırlayın; Euro 2008 grup eleme maçları, çok kritik bir viraj. Rakip Norveç. Maça handikaplı başlıyoruz ama bir şekilde koparıp 3 puanı alıyoruz. Evimize rahat bir şekilde dönüyoruz. İpler bizim elimizde, rakip yine Bosna Hersek. 1-0 kazanıp finallere gidiyoruz. Eğer mucize istiyorsanız önce mucizeyi hissetmeniz gerek, inanmanız gerek, kıvılcımlanması gerek. Bu sene milli takım bunu başaramadı. Çok basit takımlara puanlar verdi, halbuki değer olarak onların kat kat üstündeydi. Grup maçları başlamadan önce herkes ilk ikiden bahsediyordu. Ama futbolun asla sadece futbol olmadığını unutuyordu bazıları. Tüm bu sonuçlara rağmen elimize bir koz olarak geçmişti Bosna Hersek, yenememiştik. Büyük maçların takımı bu kez başaramamıştı. Mucize iplerini Bosna ellerine vermişti. Bombanın pimi ise çoktan çekilmişti.

Milli takım çok ilginç bir istatistiğe sahip aslında.

2002 Dünya kupası / Dünya Üçüncülüğü
2004 Avrupa Şampiyonası / Katılamadı
2006 Dünya kupası / Katılamadı
2008 Avrupa Şampiyonası / Avrupa Üçüncülüğü
2010 Dünya kuasp / Katılamadı
2012 Avrupa Şampiyonası / (?)

Federasyonun çıkardığı Tam Saha dergisini okuyorum, Frank Rijkaard röportajı var. Türk futbolunu şu cümlesi çok iyi açıklıyor aslında; "Herşeyden birer tane var ancak hiç birşeyden tam yok." Bunu söylerken devamlılığıda göz önünde bulundurmuştu aslında. Yani türk futbolcularda devamlılık yok. Bunun temelleri ise alt yapıda yetişiyor. Oyuncular mentalite olarak daha bilinçli hazırlanmalı, herşeyden birşey kapmalı. Kulüpler alt yapılara önem vermeli. Nesnel bir gözle baktığınızda türk milli takımında çok eksikler var. Başta forvet hattı; Nihat Kahveci, Euro 2008'de iki gol kaydetti, ancak oyun olarak 0'dı. Performansı Beşiktaş'a transfer olduktan sonra konuşulmaya başlandı. Güzide medya bir işe yaradı sonunda. Nihat tek forvetli dizilişte oynayamaz.

Kaliteli bir forvet var aslında, Fatih Tekke. Nerde, ne yapıyor haber alamıyoruz. Duyduğumuza göre Rusya'nın Zenit takımında oynuyormuş. Trabzonspor'un efsane isimlerinden biri. Ancak Fatih Terim'in ego sorunları yüzünden milli takıma çağırılmıyor. Altyapı olarak bir tek Sercan görünüyor. Bana sorarsanız milli takımda banko oynayacak bir futbolcu Sercan. Oyun sistemimi tamamen onun üzerine kurardım. Yalancı koşuları çok iyi yapabilen ve golü koklayabilen bir forvet. Beslediğiniz taktirde sizede yeminizi verir.






















------------- Volkan ------------

Gökhan - Önder - Servet - Hakan

-------- Ayhan --- Nuri ----------

Hamit ------------------- Tuncay

--------- Ceyhun ----------------
------------------- Nihat ---------

Kadroya baktığınız zaman hücum anlamında 0 olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Nihat ileride top tutabilen bir forvet mi ? Hayır. Ceyhun ahım şahım işler yapıp, müthiş paslar atıp forveti pozisyona sokabilen bir oyuncu mu ? Hayır. Solda Tuncay gününde olmadığı zaman çok etkili bir oyuncu mu ? Hayır. Ayhan ise daha çok düz oynamayı seven, hani derler ya "Al gülüm, ver gülüm" yapan bir futbolcu. Bu sene çok iyi maçlar çıkaran Gökhan ise savunmasında çok büyük boşluklar bıraktı. Maçın genelinde en beğendiğim isim ise Nuri Şahin'di. Oyunu kanatlara açan ve pas trağini iyi ayarlayabilen bir oyuncu. En önemlisi topu ayağına yakıştırıyor. Bir diğeri ise Hamit. Bu iki halka takımda pozitif futbol oynamaya çalışan adamlardı. Volkan'da iyiler arasında gösterilebilir. Diğerleri kafa olarak zaten maçı bitirmişti.

Birde maç sonrası var, A Milli Futbol Takımı'nı taşıyan otobüs, Brüksel'de kamp yaptığı otele giriş yaparken gurbetçilerin yoğun protestosu altında kaldı. Taraftarlar, Milli Takım ve Fatih Terim'in aleyhine tezahüratlar yapıldı. Duyunca bayağı şaşırdım, bu tepki gerçekten ilginç olmuş. Madem alınacak bir skorla takımı protesto edebilecek potansiyel ruhuna sahipsin, gitme o zaman maça kardeşim. Bunun böyle olacağını kestiremedin mi, bu tip olaylar ise yalnızca futbolumuza değil, Türk taraftar profilimizede zarar veriyor...



Fatih Terim veda ediyor...

Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim, 2-0'lık Belçika yenilgisi sonrası yaptığı açıklamada, "Bursa'daki Ermenistan karşılaşması veda maçım olacak"
dedi. Maç sonrası basın toplantısından. 2008'den sonra yapamadığını şimdi yapıyor Fatih Terim. Keşke o zaman bıraksaydı diyorum. Çünkü hazır kıta isimler takımlarının başlarındaydı. Kaliteli yabancı bir hocayla anlaşılıp, takım ona emanet edilebilirdi. Hemde bolca vakti olurdu. Sistem üzerinde durulabilirdi. Şimdi tek bir korkum var, milli takımın başına gelebilecek isimler; Ersun Yanal, Bülent Uygun, Mustafa Denizli, Ertuğrul Sağlam vs. Federasyon yerli hoca konusunda tutumlu davranmaya devam ederse Türk milli takımı Dünya gözündeki yerini kaybedebilir.

Genel olarak baktığımızda Türk milli takımında Hakan Şükür'den sonra kaliteli bir forvet daha yetiştirilememiş, önemsenmemiş, gerek duyulmamış. Bugün sahaya çıkan 11'e baktığınızda, çoğu oyuncunun gurbetçi olduğunu görebilirsiniz. Bu çok çok vahim bir durumdur. Tüm kulüpler kendisine çeki düzen vermeli. Madem büyük paralar harcanarak futbolcular transfer edilmeyecek, sende alt yapıya yönel kardeşim. Oyuncu yetiştir, yetenek ara, scout ekibi kur. Bunları yapamıyorsan yapabilecek adamlara teslim et. İnsanın düşünme yeteneği vardır, bu yetenek onun gelişimine yardımcı olur. İnsan mitolojisini incelediğinizde insanlar dönem dönem kendini nasıl geliştirmiş görebilirsiniz. Benim ricam bu düşünce yeteğini birazda Türk futboluna harcamalarıdır.


00:12




Pele, Cruyff, Beckenbauer, Zico, Dalglish gibi efsane futbolcuların, oğullarıyla ilgili hayalleri vardı; Futbolda kendilerinin elde ettiği başarıların, onlar tarafından da tekrar edilmesini arzuluyorlardı. Olmadı, armut dibine düşmedi. Oğullar, babalarının isimleri altında ezildi; kimi uyuşturucu bağına sürüklendi kimi de dördüncü lig futbolcusu olarak jübile yaptı. Kısacası, genetik avantaj, yetenekle bir türlü buluşmadı.

Ivan Sergeyeviç Turgenyev, "Babalar ve Oğullar" adlı muhteşem kitabında; nihilist oğul Bazarov'un geleneksel değerlerin tümünü karşısına alıp, muhafazakarlıkla devrimciliği karşı karşıya getirmesini konu eder. Yabani eski usulcü, kendini yenilemeyen baya karşı, yenilikçi ve ilerici bir oğul sözü konusudur kitapta. Bu noktada oğul, babasının kazandığı başarıların üstüne yenilerini eklemekle meşguldür. Turgenyev'in sosyolojik ve felsefi çıkarımları, babalar ve oğullar için bir rehber niteğindedir ama karşılaşılan gerçekler genellikle, bu kitaptakinden farklıdır. Futbol dünyası, bu muhteşem kitapta anlatılanların tam tersi örneklerle dolu; tıpkı, müzik ve sinemada olduğu gibi... Futbolda, başarılı olan devrimci babalar ve onların bu devrimini devam ettiremeyen oğulları söz konusudur. Boynuzun kulağa geçtiği Paolo Maldini gibi az sayıdaki örneği saymazsak; babaları ünlü birer futbolcu olan oğullar, aynı mesleği icra ettiğinde, babalarının kazandığı başarılarının yarısını dahi elde edememiştir. Sorun, genellikle; şöhret altında ezilme, rahat yaşamaya alışma ya da ulaşılamayacak kadar büyük bir hedef belirleme olarak görülebilir. Ancak yine de, onların cehennemi, babalarının yaptıklarıyla kıyaslanmak olmuştur. Kimi bu duruma "Ben babam değilim."diye isyan eder kimi de baskıyı kaldırmadığı için, kurtuluşu, uyuşturucunun sağladığı sahte bir dünyada arar. Örnekler o kadar çoktur ki; her biri neredeyse birer dosya konusudur.


Barcelona'nın Uçan Hollandalısı: Johann Cyruff
Başarılı futbol hayatından uzun uzun bahsetmenin anlamı yok; onun başarılarını anlatmak için futbolcu ve teknik direktör olduğu dönemde, kazanılabilecek her kupayı kazandığını söylemek yeterli olur. Ancak Cyruff'ın asıl sihri; Rinus Michelts'ten devraldığı, "Total Futbol" olarak adlandırılan oyun sistemini, Barcelona'da hem futbolcu hem de teknik adam olarak başarıyla uygulamasaydı. Aslında Cyruff, Barcelona'da tam bir 'baba' gibiydi. Ona, Barcelona'nın Don Corleone'si demek bile mümkün. Çünkü futbolu bıraktığı halde, kulüp ve başkanlar üzerindeki etkisi hiçbir zaman eksilmedi. Çoğu zaman, başkanları resmi başdanışmanıydı. Şimdi ise başkan Joan Laporta'nın gayriresmi olarak biliniyor. Bu başarılı futbol hayatındaki tek şansızlığı ise,kariyeri için sürekli destek olmak zorunda kaldığı, oğlu Jordi'ydi. Jordi babasının etkisi sayesinde, Barcelona ve Manchester United'ta oynadı. Bu iki takımda da, hatırda kalır bir performans sergileyemedi. Örneğin Manchester United'ta, dört sezon boyunca, sadece 38 maçta forma giydi. Bu maçların büyük çoğunluğu ise, nispeten önemsiz ya da zayıf rakiplere karşı oynanan kupa maçlarıydı. Futbolda geldiği en üst nokta, Alaves'te oynayıp kaybettiği Uefa kupası finaliydi. Alaves'ten sonra kariyeri düşüşe geçti. Espanyol, Metalurg Donetsk ve son olarak Valetta'da oynadı. Kendisinden bekleneni bir türlü veremeyen Jordi, halen Valetta'da hem oyuncu hem antrenör olarak görev yapıyor. Bir yıl sonra ise takımının antrenörü olması bekleniyor.

Bir sonraki yazıda, Pele'nin oğlu Edinho'yu kaleme alacağım.


21:48